23 Ekim 2017 Pazartesi

En Sevdiğim 25 Oyun

Bloga yazacağım ilk doğru düzgün yazı neden en sevdiğim oyunlar hakkında olmasın ki? "Neden 25 de başka bir sayı değil mesela?" diye soracak olabilirsiniz. Verecek cevabım da yoktur. En iyisi direkt listeye geçelim.

Not: Sizin sevdiğiniz oyunları sevmiyor olmam, veya sizin sevmediğiniz oyunları seviyor olmam dünyanın sonu değildir. Sadece bütün dünyanın sizinle aynı düşüncelere sahip olmadığının basit bir göstergesidir. Bunu göz önünde bulundurunuz. Ayrıca bu liste "En sevdiğim oyunlar" listesi, "En iyi oyunlar" falan değil. Yani objektif bir bakış açısıyla tamamen inceleyip sıralamadım, sadece oynarken hissetiklerime ve bende olan etkisine göre sıraladım. 

Neyse iyice uzattım, o zaman listeye hadi

25. Marvel vs Capcom 3: Fate of Two Worlds
(Capcom)

Bir dövüş oyununda benim için belki de en önemli unsur karakterlerdir. Dövüştürdüğümüz karakterler ilgimi çektiğinde oyun da otomatik olarak ilgimi çeker. Marvel vs Capcom 3 de otomatik olarak bu yönden sevgimi kazanmış bir oyun. Marvel ve Capcom karakterlerinden oluşan devasa karakter listesiyle ve çok eğlenceli arcade dövüş mekanikleriyle onlarca saatimi çalabilmiş bir oyun bu, ki ben bir dövüş oyununu çok nadiren 10 saatten falan fazla oynarım, hele de hikaye modu yoksa. Uzun zamandır devam oyunu çıksın diye bekliyordum ve geçenlerde sonunda çıktı ama küçücük ve sıkıcı karakter kadrosu, saçma sapan görselliği ve fanfiction kalitesindeki hikaye moduyla o kadar ilgimi kaybetti ki oynamak bile istemiyorum. Ama bu 3. oyuna olan sevgimi azaltmıyor tabii ki.

24. Pyre
(Supergiant Games)

İki tane birbirinden harika oyundan (Bastion ve Transistor) sonra sorduğum "Daha çıtayı ne kadar yükseltebilirler ki?" sorusuna Pyre oyununu çıkarıp çıtayı Allahuekber Dağları'na çıkararak cevap verdi Supergiant Games. Hikayesi ve karakterleri insanda intihar etme isteği uyandıracak seviyede değilse "iyi" dediğimiz oyunlarla dolu bir dönemde çıkan ve uzun zamandan sonra ilk kez bir oyunda karakterlere önem verdiren bir oyun Pyre. İnanılmaz eğlenceli oynanış mekaniklerinden ve harika müziklerinden de uzun uzun bahsederdim ama o zaman bu yazı uzadıkça uzar. Kısaca her şeyiyle harika bir oyun. Sadece keşke oynanış mekanikleri daha çeşitli olsaymış diyorum ama bu kadar eğlenceli olduktan sonra varsın tekdüze olsun.

23. Portal 2
(Valve)

İlk Portal oyunu deneysel ve devrimsel bir oyundu. Puzzle oyunlarına ve hatta bütün oyunlara farklı bir bakış açısı getirmişti. Ama eninde sonunda kısa bir deneyimdi. Portal 2 ise ilk Portal'ın başardığı her şeyin çok daha üstüne çıkmıştı. Puzzle oyunlarından nefret eden birisini bile kendisine bağlayabilecek kadar eğlenceli oynanışıyla, zaten devrim yaratan Portal oluşturma mekaniğini çok iyi bir şekilde kullanmasıyla, günümüzde bile hala unutulamayan Wheatley, Cave Johnson ve tabii ki de GlaDOS gibi karakterleriyle gerçekten oyun dünyasında bir klasik olarak anılmayı sonuna kadar hak ediyor.

22. Red Dead Redemption 
(Rockstar Games)

Rockstar gerçekten çok iyi açık dünya oyunları yapıyor. Bunun pek tartışmaya açık olduğunu sanmıyorum. Ubisoft vb. firmalar kocaman bir dünya yaratıp her yerini birbirinin kopyası olan yan etkinliklerle doldurarak ortalama oyunlar çıkarıp geçinip giderken, Rockstar öyle bir dünya yaratıyor ki sadece arkadaki müzik eşliğinde Amerika-Meksika sınırında gece vakti at sürmek, yıllar sonra bile unutamadığınız bir deneyim haline geliyor. Burada oyunun hikayesiymiş, oynanış mekanikleriymiş falan filan diye anlatmama hiç gerek yok bence. Tek demek istediğim, Red Dead Redemption her bir yeri özenerek yapılmış ve gerçekten aldığı her türlü övgüyü hak eden bir oyun. Daha birkaç ay önce oynadığım bazı oyunların varlığını bile unutuyorken Red Dead Redemption'ın her bir yeri hala aklımdaysa Rockstar gerçekten iyi bir iş başarmış demektir. Listenin ileri sıralarında Rockstar'ı tekrardan öveceğiz, şimdilik kısa keselim.

21. Far Cry 3
(Ubisoft)

Az önce Rockstar övüp Ubisoft gömdükten sonra bu oyunla karşılaşmak komik gelebilir tabii, ama durun! Sebeplerim var. Evet, belki de bir Rockstar oyunu gibi her yerinden detay ve emek fışkıran bir dünyaya sahip değil, belki hikayesi de aman aman etkileyici falan değil ama mekaniksel olarak o kadar sağlam bir oyun ki, başka hiçbir oyunda sıkılıp yarıda bırakmadan tüm yan etkinlikleri yaptığımı hatırlamıyorum. Gerçekten oyunun stealth-aksiyon tarzı oynanışı inanılmaz keyifli ve oyunun geçtiği adadaki delilik teması ve atmosferi de çok güçlü. Bütün bunlar birleşince sıkılmadan onlarca saat oynayabileceğiniz bir oyun ortaya çıkıyor. Yalnız bu oyundan sonra Ubisoft yine Ubisoftluğunu yaptı ve bu oyunun tamamen kopyası olan iki tane daha Far Cry çıkardı ama onları görmezden gelelim lütfen.

20. Dishonored
(Arkane Studios)

Listenin ileriki kısımlarında tekrar Dishonored'dan bahsedeceğiz o yüzden burada hızlı hızlı anlatayım. Dishonored harika bir oyun. Çünkü gizliliği, silahlarınızı, özel güçlerinizi istediğiniz oranda istediğiniz şekilde kullanabildiğiniz aşırı özgür oynanışı. Çünkü harika bölüm tasarımı. Çünkü çok sağlam steampunk atmosferi ve tasarımı. Bence yeterince sebep saydım.

19. Hearthstone
(Blizzard)

Bir kart oyununu bu kadar çok seveceğimi ve oynayacağımı hiç düşünmezdim aslında ama iyi yapılınca oluyormuş demek ki. Gerçekten inanılmaz basit oynanış mekanikleriyle bu kadar harika ve derin bir oyun nasıl yapılıyor anlayamıyorum. Her yerinden içerik taşan ve istediğiniz her türlü desteyi oluşturup, istediğiniz oyun şeklini uygulama özgürlüğünü tanıyan yapısıyla her maçı farklı bir deneyime dönüştüren bir oyun bu. Bu yüzden de iki yıl boyunca keyifle oynadım. Tabii bir süre sonra oyundan aynı heyecanı alamadığımı fark edince bıraktım ama bu Hearthstone ile geçirdiğim güzel zamanları göz ardı etmemi sağlamıyor.

18. Mass Effect 3
(Bioware)

Belki de bütün oyun camiasının kabul ettiği bir gerçek var: Mass Effect serisinin en iyi oyunu Mass Effect 2'dir. Ben buna katılmayanlardanım. Evet, 2. oyun da muhteşem bir oyun (hatta listeye 25. sıradan sokmayı düşündüm ama elendi) ama 3. oyun benim için bir başkadır. Öncelikle oynanış olarak serinin belki de en iyisidir Mass Effect 3. Ne 1. oyun kadar gereksiz karışık ve zahmetli, ne de 2. oyun gibi fazla sade ve basit. Tam olması gerektiği gibiydi ve çok iyiydi. Ama asıl önemli olan o değil, önemli olan oyunun hikayesi. Mass Effect 3, 2 oyundur yaşadığımız maceranın finaliydi ve bence çok da başarılı bir finaldi. Oyun "Galaksi yok oluyor, hikayenin sonu bu" hissini her bir anında çok iyi bir şekilde veriyordu. 2 oyundur ve 4 kitaptır hayranı olduğumuz Mass Effect hikayesine bir veda niteliğindeydi bu oyun. Çıktığı zaman finali yüzünden çok eleştirildi ama ben sonradan yayınlanan değiştirilmiş finali oynadığım için o da sorun olmadı. Sonuç olarak Mass Effect 3 hayranı olduğum Mass Effect serisine harika bir final niteliğindeydi (Andromeda farklı bir hikayeyi anlatıyor, onu saymıyorum) ve bu yüzden utanmadan söylüyorum ki Mass Effect 3 seride en sevdiğim oyundur.

17. Dishonored 2
(Arkane Studios)

İlk Dishonored ile ilgili yazdığım şeyler var ya? Heh işte, onun için saydıklarımın hepsinin daha da iyisini düşünün. İşte bu oyun Dishonored 2. Hayır her şeyi geçtim, oyunu Emily ve Corvo karakterlerinin gözünden iki farklı şekilde oynayabiliyorsunuz ve ikisinin oynanışı arasında dağlar kadar fark var (Emily'nin güçleri ÇOK daha eğlenceli bu arada). Ben bir oyunu nadiren birden fazla kez oynarım ama bu oyunu iki kez oynadıktan sonra bile doymamıştım. Ha bir de, ilk Dishonored'da "bölüm tasarımı çok iyi" falan demiştim ya? Burada çıta artık o kadar yükseltilmiş ki, özellikle A Crack In The Slab ve Clockwork Mansion bölümlerinin üniversitelerde falan oyun tasarımı dersi olarak gösterilmesi lazım. Yalnız keşke ilk oyunun hikayesinin neredeyse tıpatıp aynısını (sanki çok iyiymiş gibi) bu oyunda da anlatmasalarmış da güzel bir hikaye yazsalarmış, bu oyunu çok daha yüksek sıralarda görebilirdik. Ama olsun, oyun muhteşem.

16. Batman: Arkham City
(Rocksteady)

Batman Arkham serisi gerçekten de oyun dünyasına adını altın harflerle yazdırmış bir seri. Her bir oyunu ayrı ayrı çok güzel olsa da Arkham City hariç hepsi muhteşemliği ufak bir farkla kaçırıyorlardı. Arkham Knight ne kadar mekaniksel olarak çok üstün olsa da hikayesi pek iyi değildi ve batmobile kısımları gereksiz fazlaydı. Arkham Origins, City'nin üstüne hemen hemen hiçbir şey koyamadı. Arkham Asylum zaten ilk oyun olduğu için mekanikler henüz çok ham hissettiriyordu. Ama Arkham City'de her şey yerli yerindeydi. Arkham şehrinin atmosferi, tasarımı, oyunun müzikleri, hikayesi, görev yapısı, kısaca hemen hemen her şeyi kusursuza yakındı. Oyunda eksi olarak gösterebileceğim bir şey bulmakta zorlanıyorum gerçekten. Çıkalı 6 yıl olmuş olsa bile hala hiç eskimemiş ve herkesin oynaması gereken bir oyun kesinlikle. Hatta bir de Batman hayranıysanız hayatınızda hiç oyun oynamamış olsanız bile gidin bu oyunu oynayın.

15. Uncharted 2: Among Thieves
(Naughty Dog)

Aksiyon oyunu dendiğinde akla gelebilecek ilk isimlerden biri belki de Uncharted serisi. Ve boşuna da değil bu. Özellikle de Uncharted 2. Daha oyun en başından çok heyecanlı ve epik bir şekilde başlıyor. Siz ne oluyor ne bitiyor diyemeden kendinizi aksiyonun içinde buluyorsunuz ve oyun bitene kadar tempo hiç ama hiç düşmüyor. Silahlı çatışma kısımları bile tekrara bağlamıyor, her bir çatışma yeni gibi hissettiriyor.  Bütün bunları yaparken bir de sinematik bir hikaye anlatımı sunmayı başarıyor. Bir de elbette her Uncharted oyununda olmazsa olmaz haline gelen sinematik aksiyon sahnelerinden bahsetmek lazım. Bu oyunu oynayıp da o trende ilerleyerek çatışma kısmında acayip gaza gelmeyen herhangi bir insan olduğunu düşünmüyorum dünyada. Her şeyiyle inanılmaz bir oyundu Uncharted 2. Ve serinin en iyi oyunu bile değildi!

14. Uncharted 4: A Thief's End
(Naughty Dog)

Uncharted 2 aksiyonuyla öne çıkıyordu ya, işte Uncharted 4 de hikayesiyle öne çıkıyor. Yanlış anlamayın, bu oyun aksiyon olarak zayıf demiyorum. Oldukça güçlü hatta. Özellikle o Madagaskar adasındaki araba kovalamaca kısmı belki de bütün oyunlar arasında gelmiş geçmiş en iyi sinematik aksiyon sahnesi falandı, o kadar da iddialıyım. Ama Uncharted 4'ün en güçlü yanı hikayesi yine de. 3 oyundur sevdiğimiz karakterlerin final hikayesini kusursuz bir şekilde anlatıyor ve tamamlıyor bu oyun. Hatta seriye bu oyunda dahil olan Nathan Drake'in kardeşi rolündeki karakter Sam bile hiç yabancı hissetirmiyor. Bir serinin -film,kitap,oyun, herhangi bir şey olabilir- finalinde yeni bir ana karakter eklemek ve serinin takipçilerinin o karakteri sevmesini sağlamak gerçekten zor bir iştir ve bence o eserin ne kadar iyi bir hikaye anlatımına sahip olduğunu kanıtlar. Bitirdikten sonra "Vay be, ne seriydi ama" dedirten bir oyun bu. Ha bir de, oyunlarda grafiklere falan çok önem veren bir insan değilimdir ama GTX 10999999 ekran kartına sahip olan PC oyuncularına bile "Lan neden PC'ye bu kadar güzel görünen oyunlar çıkmıyor?!" dedirtecek bir görselliğe sahip bu oyun. Daha da uzatmayalım, muhteşem bir oyun işte.

13 ve 12. Metro 2033 ve Metro: Last Light REDUX
(4A Games)

Öncelikle bu iki oyundan ayrı ayrı bahsetmek yerine ikisinden aynı anda bahsetmeyi tercih ediyorum. Çünkü iki oyunun da Redux versiyonunu oynadığım için mekaniksel olarak aralarında pek fark yoktu, o yüzden ortak bir şekilde Metro oyunlarından bahsedebilirim. Metro'nun belki de öne çıkan tarafı oynadığım diğer FPS oyunlarına kıyasla çok daha farklı bir deneyim sunması. Oyunun çok başarılı post apokaliptik atmosferi oynanışın her yerine yansıyor. Sadece bir FPS oyunu oynamıyorsunuz, bu karanlık ve korkunç dünyada hayatta kalmaya çalışıyorsunuz. Hatta oyunda nefes alabilmek için sürekli etrafı araştırıp oksijen filtresi bulmanız lazım ve bulamayıp ölürseniz oyun hiçbir şekilde size acımıyor. Bunun önemini çok ürkütücü ve iç karartıcı bir bölümü her yeri koşa koça geçtiğimde ve bölümün sonunda 1 dakikalık nefes alma hakkıyla bir boss savaşını geçmek zorunda kalınca fark ettim. Bölümü baştan başlatmaya korktuğum için defalarca uğraşa uğraşa 1 dakika içinde bossu yenmeyi başarmıştım ama bu benim için sinir bozucu bir deneyim olmamıştı, aksine çok tatmin edici ve unutulmazdı. Metro'nun güzelliği de buradan geliyor. Atmosferini ve karanlık dünyasını çok çok başarılı bir şekilde her şeyiyle hissettiren bir oyun bu çünkü. Metro çok güzel bir oyun olmasının dışında gerçekten farklı bir deneyim, bu yüzden listede bu kadar yükseklerdeki yerini rahatlıkla alıyor.

11. Saints Row IV
(Volition)

Bazı oyunlar çok derin ve etkileyici bir hikaye vaat eder. Bazı oyunlar çok detaylı bir dünya vaat eder. Bazı oyunlar çok gerçekçi oynanış mekanikleri vaat eder. Bazıları çok etkileyici bir atmosfer... Saints Row IV biraz daha farklı bir vaatle geliyor: saf eğlence. Sadece eğlence. Olabildiğince saçma, komik, absürt ve eğlenceli bir oyun. Ve bunu dibine kadar başarıyorlar. Oyunun daha başında Amerikan başkanı olmamız ve beyaz saraya uzaylıların saldırıp bizi esir almasıyla bunu görüyoruz zaten. "Rastgele saçma şeyler oluyor çok harika hahaha" gibi çocukça bir düşünceyle söylemiyorum bunu. Gerek karakterimizin kullanması çok eğlenceli özel güçleriyle, gerek aşırı çeşitli karakter özelleştirme seçenekleriyle, gerek çok yaratıcı hikaye bölümleriyle, gerek mizahi unsurlarıyla muhteşem bir oyundu Saints Row IV.

10. The Wolf Among Us
(Telltale Games)

İlk 10'u bir Telltale Games oyunuyla açıyoruz! Telltale bir zamanlar ne kaliteli oyunlar yapmıştı ama ya... Sonra o kaliteli oyunlar popüler olunca aynı formülü kopyalayıp bir sürü ortalama oyun çıkardılar, yazık oldu. Ama şimdi The Wolf Among Us övme zamanı. Tabii bir Telltale oyunu olduğu için oynanış konusunda bahsedecek bir şey yok, tek olay hikayesi. Ve oyunun hikayesi de gerçekten çok etkileyici ve sürükleyiciydi. Aynı zamanda seçimlerinin bir önem teşkil ettiği tek Telltale oyunu falandı herhalde. Ama bu hikayeyi etkileyici hale getiren en önemli şeylerden biri de oyunun karanlık atmosferiydi. Ne kadar hiç alakası bile olmasa da cyberpunk ve noir türünün birleşimi gibiydi, Blade Runner gibi mesela. Karanlık bir şehir, mor neon ışıklar, çöküntüye uğramış masal karakterleri toplumu ve oyunun bu atmosferi güçlendiren müzikleri. Gerçekten çok etkileyici bir oyundu The Wolf Among Us, keşke Telltale böyle oyunlar yapmaya devam etse...

9. Game Dev Tycoon
(Greenheart Games)

Listenin ilk 10'una geldiğinizde çok daha büyük, popüler ve sevilen isimler görmeyi beklediyseniz bu oyun sizi şaşırtmıştır muhtemelen. Ama Game Dev Tycoon'a karşı tarifsiz bir sevgim var ve bu oyunu ilk 10'a almak benim için hiç de zor bir karar olmadı. Bu sevgim aslında oyunun temel mantığından kaynaklanıyor. Bir oyun geliştiricisi olma simülasyonu. Oyunlara az çok ilgi duyan herkese bir oyun firması açıp ufak bir garajdan başlayarak yavaş yavaş şirketi büyüttüğün, bir sürü farklı kategoride çeşit çeşit oyunlar yaptığın, sektörde yükselerek Sony ve Nintendo gibi markaları geçtiğin hatta kendi oyun konsolunu çıkardığın bir oyun fikri çok çekici gelir diye düşünüyorum. Bu oyunun sunduğu şey de bu işte. Oldukça basit oyun mekaniklerine sahip olsa da oyunu bir rehber falan okumadan çözebilmek için belli miktarda oyun kültürüne de sahip olmak gerekiyor. Ayrıca oyuna Commodore 64 döneminden başlayıp Playstation 5'e kadar giderek oyunların ve konsolların gelişimine ve değişimine de tanık olmak da ayrı heyecanlı bir şey, oyun tarihi hakkında küçük bir ansiklopedi gibi neredeyse. Çok güzel bir oyun bu ya, umarım Greenheart Games bir gün yeni ve daha detaylı bir oyun yapma simülasyonu çıkarır da defalarca kez onu da bitiririz.

8. The Walking Dead-Sezon 1 ve 2
(Telltale Games)

Ve yine bir Telltale oyunu! Öncelikle, evet sezon 1 ve 2'yi tek başlıkta aldım. Çünkü ikisini de eşit derecede seviyorum ve sonuçta bu interaktif film tarzı bir oyun olduğu ve ortada pek de "gameplay" bulunmadığı için iki sezonu da tek bir eser gibi inceleyebilirim. Ama 3. sezon olan "A New Frontier"ı saymıyorum, kötü o. Neyse efendim, The Walking Dead neden muazzam bir oyundur, ona geçelim. Çünkü anlattığı post apokaliptik dünya ve atmosferi, bu tip bir dünyada hayatta kalan insanlar arasındaki ilişkiler ve karakter tiplemeleri gerçekten çok iyi. Ben bir eserde (kitap olsun, film olsun, oyun olsun her neyse) karakterlere kolay kolay bağlanan birisi değilimdir ama bu oyun her karaktere ayrı ayrı değer vermemi sağlayabildi. Örneğin bu oyundaki Kenny karakteri belki de benim bir oyunda gördüğüm en gerçekçi, en derinlikli karakterlerden biri. Keşke 3. sezonda da bu kaliteyi koruyabilselerdi...

7. The Elder Scrolls V: Skyrim
(Bethesda)

Skyrim hakkında düşüncelerim biraz garip aslında. Başka bir oyunda olsa yerin dibine hunharca sokacağım çok büyük olumsuz özellikleri (çıktığından 6 yıl sonra bile bir ton bug ve animasyon hatalarına sahip olması, olmayan vuruş hissi, çok ortalama ve klişe bir ana senaryo) var ama olumlu yanlarına baktığımda o kadar güzel bir eser var ki bütün o olumsuz yanlar zerre kadar umrumda olmuyor, aklımda kalan tek şey inanılmaz bir deneyim oluyor. Skyrim'in bu kadar iyi olmasının sebebi basit aslında. İnanılmaz etkileyici dünya tasarımı. Dünyanın her yerinin birbirinden ilgi çekici, birbirinden güzel yan görevlerle ve hikayelerle dolu olmasından zaten hiç bahsetmeme bile gerek yok. Ama Skyrim'in dünyasının "güzelliğinden" de bahsetmek istiyorum ben. Oyunun muazzam müziklerle desteklenen karlı ve koyu renk paletine sahip muazzam dünyasında çok fazla yan görev yapmanıza bile gerek yok. Sadece Ulu Hrothgar tapınağına tırmanmak ve gökyüzündeki kuzey ışıklarını izlemek bile unutulmaz bir deneyim yaşatıyor insana (cidden Skyrim'i oynayıp de Paarthurnax ile tanışmaya gittiğimiz kısmı hatırlamayan var mı gerçekten?). Benim şöyle bir düşüncem var, bir oyunda herhangi bir yan etkinlik falan yapmadan sadece dünyayı gezmek bile keyifliyse o oyun bir şeyleri çok iyi başarmıştır. Neyse, çok güzel bir oyun olmasının yanında çok güzel bir dünyaydı Skyrim. İnsanın içinde yaşayası geliyor. Ejderhalardan uzak bir şekilde tabii. Gereksiz tehlikeye girmeye gerek yok.

6. Valiant Hearts: The Great War
(Ubisoft)

Oyunlarda "Savaşın gerçek yüzünü gösterme" konsepti çok kullanılmaya başlandı aslında. Battlefield 1 bile kullandı bu konsepti. Ama ben bunu Valiant Hearts'tan daha iyi gösteren herhangi bir eser görmedim. Hem de hiç kan, vahşet kullanmadan, sevimli iki boyutlu görselliğiyle. Çeşitli sebeplerden dolayı kendilerini birinci dünya savaşında bulmuş dört farklı karakterin hikayesini ve bu hikayelerin bir noktada kesişmesini anlatıyor bu oyun. Ama öyle etkileyici bir hikaye anlatıyor ve bunu öyle bir şekilde anlatıyor ki, oyunda hiçbir karakter konuşmamasına rağmen her bir karaktere ayrı ayrı bağlanıyor, her birinin motivasyonunu ayrı ayrı destekliyor ve her birinin başına gelenlere ayrı ayrı üzülüyorsunuz. Çünkü bu oyun anlatmak istediği hikayeyi gerçekten de her şeyini kullanarak anlatıyor, gerek müzikleri, gerek görselliği, gerek de başka ufak tefek şeyleriyle. Örneğin çevrede bulduğunuz ve gerçekte birinci dünya savaşında kullanılmış bir eşyanın açıklama yazısını okumak bile çok derinden etkiliyor bazen insanı. Tekrar ediyorum, hiç kan, vahşet, şiddet kullanmadan, sadece özenle yaratılmış bölüm tasarımlarıyla anlatıyor savaşın korkunçluğunu. Bari oynanışından da bahsedeyim. Oynadığım en eğlenceli puzzle oyunlarından biri. Ne diyeyim ki yani, bayağı iyi. Limbo ve Inside'dan çok daha fazla hak ediyor övgüyü bu oyun o konuda (her konuda aslında). Bence yeterince övdüm, çok güzel oyun işte lan!

5. Undertale
(Toby Fox)

Undertale hakkında bir önceki blogumda detaylı bir inceleme yazmıştım, buradan ulaşabilirsiniz. Sadece puanını biraz eksik verdiğimi düşünüyorum, 95 veya 96'ya yükseltebilirsiniz kafadan. Neyse, Undertale yapmaya çalıştığı her şeyi neredeyse kusursuz bir şekilde yapan eşsiz ve unutulmaz bir oyun. Hikayesi ve karakterlerinden oynanışına kadar oyunun gerçekten her şeyi inanılmaz. Bir oyunda en az umrumda olan şeylerden biri müziklerdir ve inanır mısınız, bu oyunun müzikleri de çok çok iyi. Gerçekten muhteşem bir oyun bu. Siz en iyisi tam incelemeyi okuyun.

4. Heavy Rain
(Quantic Dreams)

İnteraktif film denilen oyun türü günümüzde artık çok sık görülmeye başlandı. Oynanış mekanikleri yapmak oyun firmalarına zor geliyor olsa gerek, boş bir hikayeyi sözde "hikayenin gidişatını değiştiren" ama hiçbir şeye etki etmeyen seçimlerle dolduruyorlar. Heavy Rain bu akımı başlatan oyunlardan biri, ve bence en doğru yapanı. Gerçekten çok sürükleyici ve şaşırtıcı bir hikaye anlatıyor bu oyun, ve bu hikayeyi adeta bir film izliyormuşsunuz gibi anlatıyor. Bütün oyunu bitirdiğinizde sanki uzun ve unutulmaz bir film izlemiş gibi hissediyorsunuz. Ve seçimleriniz gerçekten her şeyi büyük oranda değiştirebiliyor. Böylece Heavy Rain'in deneyimini tekrar tekrar yaşayabiliyorsunuz. Oyunun hikayesinden bahsetmek istemiyorum pek, en iyisi siz gidin imkanınız varsa kendiniz oynayın. İmkanınız yoksa bir yerden bulup izleseniz bile olur, ne de olsa oyundan çok bir film bu. Listede daha yüksekte olamamasının en büyük sebebi ise hikayeyi tamamen bildikten sonra tekrar gözden geçirince çok göze batan bazı mantık hatalarının olması. Ama kusursuz bir hikaye yazmak mümkün değil, ne yapalım..

3. Grand Theft Auto V
(Rockstar Games)

Red Dead Redemption'da yeterince Rockstar övmemiştik galiba. O zaman biraz daha Rockstar övelim. Hayır yani öncelikle, bir oyunun HER ŞEYİ mi muhteşem olur? Bu oyundan en az beklediğim olan şey ana görevler ve hikayeydi ama onlar bile gerçekten inanılmazdı. Yarattığı amerikan rüyası parodisi dünyasında birbirinden tuhaf ama başka çok az oyunun yapabildiği kadar gerçekçi karakterlerin hikayesini anlatıyor bu oyun. Gittikçe dallanıp budaklanan, değişen ve karışan bir hikayeydi ama her şeyi sonucuna da çok güzel bağlıyordu. Ayrıca oyunun ana görevlerindeki aksiyon sahnelerinin kalitesini ancak Uncharted'da falan bulabilirdiniz. Hele o Heist görevleri... Sadece ana görevlerden oluşan Max Payne gibi çizgisel bir oyun olsa yine çok güzel olurmuş bu oyun aslında, ama Rockstar öyle bir firma ki bunun üstüne bir de gelmiş geçmiş en iyi oyun açık dünyasını eklemiş. Devasa bir dünyayı o kadar detaylı bir şekilde işlemiş ki, siz olsanız da olmasanız da kendi kendisine yaşayıp gidiyor sanki. Her yeri özenle yapılmış canlı bir dünyanın parçası olduğunuzu kesinlikle hissettiriyor. Başka açık dünya oyunları gibi bitirip gitmek değil de her bir köşesini tek tek incelemek, gezmek istiyorsunuz. Ve ondan sonra benim gibi oyuna yüzlerce saatinizi gömüyorsunuz. Pişman değilim!

2. Bioshock Infinite
(Irrational Games)

Bu oyunu daha önce iki farklı konsolda iki kere bitirmiştim ve aşırı seviyordum. Geçenlerde "Acaba bu oyuna olan tüm sevgim sadece bir nostalji hissinden ibaret mi?" düşüncesiyle bu sefer bilgisayarda tekrar bitirdim ve rahatlıkla söyleyebilirim ki bu oyun kesinlikle muhteşem. Hikayeden bahsetmek istemiyorum çünkü bu hikayenin baştan sona hiçbir şey bilmeden deneyim edilmesi lazım. Ama belki listedeki 1. oyun hariç bir oyunda gördüğüm en iyi hikaye bu olabilir. İnsanı ters köşe üstüne ters köşe eden, her şeyiyle aşırı derinlikli bir hikayeye ve ana karakterlere sahip bu oyun. Ve bu hikayeyi anlatmak için yaratılan, bulutların üstündeki Columbia şehri her detayıyla o kadar güzel tasarlanmış ki her adımda "Lan neden artık böyle güzel oyunlar yapmıyorlar ya?" dedirtiyor. En azından ben dedim. Hikayeyi ve dünyayı övdüm falan diye oyunun oynanış mekanikleri de boş sanmayın ha. Rahatlıkla söyleyebilirim ki oynadığım en eğlenceli FPS (first person shooter) oyunu bu. Bir sürü farklı özel gücü (Vigor) ve silahı birbirleriyle kombolayarak kullanmanın verdiği zevki başka herhangi bir FPS oyununda aldığımı hatırlamıyorum. Ve oyunun öne çıkan kısmı bu değil. Bakın tekrar ediyorum, oynadığım en eğlenceli FPS mekaniklerine sahip oyun bu, VE ÖNE ÇIKAN KISMI BU DEĞİL. Düşünün artık ne kadar muhteşem bir oyundan bahsediyorum. Herkes oynasın, sevmeyenleri de taşlayalım lütfen.

1. The Last of Us
(Naughty Dog)

Eh, listenin hemen hemen tümündeki sıralama yıllardır kafamda değişip duruyor. Ama birinci oyun hiçbir zaman değişmedi, The Last of Us 2 çıkana kadar da değişeceğini hiç sanmıyorum. Oyunlarda hikayeye önem verdiğimi 25 oyundur yeterince belli ettim galiba. Ve The Last of Us öyle bir karakter hikayesi anlatıyor ki, şu an çok sevilip yerlere göklere sığdırılamayan Logan filmi bile çok büyük oranda bu oyunun hikayesinden esinlenilerek yapıldı (Logan da güzel film gayet, yanlış anlaşılmasın). Bu oyunun etkileri yıllar sonra bile, farklı sektörlerde bile hissediliyor diyorum yani. Gördüğüm en iyi anlatılmış, en etkileyici karakter hikayelerinden biri kesinlikle The Last of Us'ın hikayesi. Ve bu hikayeyi bir zombi felaketininde insanlığın çaresizliğini çok gerçekçi bir şekilde gösteren atmosferiyle de destekliyor. (Dikkat: Sonraki cümlede oyunun ilk kısmından spoiler var) "Ana karakterin çocuğunun ölmesi" gibi genellikle hikayenin sonunda kullanılan ve o eseri deneyim eden kişiyi gözyaşlarına boğması gereken bir dramı daha oyunun en başından, açılış sahnesinden vererek oyuncuyu nasıl bir dünyaya soktuğunu gösteriyor aslında oyun. Oyunların bir sanat sayılabileceğini, zaman geçirmelik eğlencelik şeyler değil de Oscar almış filmleri bile utandıracak seviyede bir hikayeye, hikaye anlatımına ve dünya tasarımına sahip olabileceğini gösterecek bir oyun varsa o da The Last of Us'dır (Yani belki Bioshock Infinite de olabilir zorlarsak...) Oynanış mekaniklerinden bahsetmeye pek gerek duymuyorum, çünkü kısa bir oynanış videosu izleyerek de bir fikre sahip olabilirsiniz. Bu bir inceleme yazısı değil sonuçta. Ama oyunun gerilim dolu atmosferini özellikle belli başlı bölümlerde inanılmaz iyi verdiğini belirtmek istiyorum. Neyse, söyleyeceklerim bu kadardı. Umarım The Last of Us 2 çıktığında bu listeyi güncellememi ve bu oyunu 2. sıraya itmemi gerektirecek kadar iyi bir oyun olur. Naughty Dog bu ya, yapar onlar!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder