28 Haziran 2018 Perşembe

Joy Division - Closer Albüm İncelemesi



   Joy Division ve albüm kavramları yan yana koyulduğunda otomatik olarak akla Unknown Pleasures gelir. Hatta direkt Joy Division, Unknown Pleasures'ın o siyah zemindeki beyaz çizgilerin oluşturduğu dağ resminden oluşan albüm kapağıyla bağdaştırılmıştır genelde insanların zihninde. Unknown Pleasures'ı herkes çok sever, ben de çok severim, ama Joy Division'ın ikinci ve son albümü Closer pek bilinmez, pek umursanmaz. Grubun hayranları sahip çıkar, sever ama Unknown Pleasures gibi bir popülerliğe ulaşamamıştır, bu bir gerçek. Benim ise bu iki albüm arasından en sevdiğim açık ara farkla Closer, ve şimdi Closer hakkındaki görüşlerimi anlatacağım!

   Closer'ın bu kadar popülerliğe ulaşamamasının sebebi aslında albümün aşırı karanlık ve depresif ruhundan geliyor. Bu tip duygular insanları kolaylıkla iter genellikle. Zaten grubun efsanevi vokali Ian Curtis'in bu albümü yaptıktan sonra intihar etmesi de bunun göstergelerinden biri. "Ian Curtis neden intihar etti, ne derdi vardı adamın?" diyenlerin tek yapması gereken Closer albümünü açıp baştan sona dinlemek. Cevap kendini gösteriyor zaten.


  Bu karanlık, melankolik hava ve şarkı sözleri Unknown Pleasures'da da yer yer görünüyordu ama Closer'da bu atmosfer o kadar yoğun ki neredeyse fiziksel olarak hissediliyor. Ian Curtis bu dünyadan gitmeden önce yaşadığı tüm sıkıntıları, tüm hayatını ve hislerini bu albüme dökmüş desek yanlış olmaz bence. Bakınız, çok fazla depresif müzik dinleyen bir insanımdır, Radiohead en sevdiğim grup zaten. Ama Closer'ın hissettirdiği çok başka bir şey. Closer mutsuz, üzgün bir adamın değil; hayattan tüm umudunu kesmiş ve tamamen bitmiş bir adamın sesi. Bu yüzden dinlemesi kolay bir albüm değil, hatta uzun süre dinleyince insanı boğuyor resmen. Ama aynı zamanda o kadar güzel ki herkesin duyması, herkesin uygun bir zamanda dinlemesi gerek.

   En sevdiğim albümlerde bile bir zayıf halka, albümün kalanına göre belki birazcık bi tık daha az iyi olan bir parça vardır. Örneğin OK Computer'da bu Electioneering'dir, muhteşem şarkıdır ama diğer şarkılardan birazcık daha az iyi olduğunu kabul ederim. İşte Closer'da öyle bir parça yok. Uğraşıyorum ama hala albümdeki zayıf halkayı seçemiyorum.

   A Means to an End desem, aynı anda hem yüksek bir enerjiye sahip olup insanda dans etme isteği uyandıran hem de sinsi sinsi üzen bu şarkıya nasıl zayıf halka diyeyim? Atrocity Exhibition desem o inanılmaz tatmin edici ritmi ve Ian Curtis'in sürekli incelip kalınlaşan vokallerine nasıl kıyabilirim? Colony desem, o bıçak gibi keskin ve akıldan çıkmayan gitar riffi ve Ian'ın öfkeli sesi nasıl bir albümde zayıf halka olabilir ki? Isolation desem "Anne, çok denedim, lütfen inan bana, elimden geleni yapıyorum. Başıma gelen şeylerden utanıyorum, olduğum insandan utanıyorum." gibi bir sözü söyleyebilecek kadar içten bir şarkıya nasıl zayıf halka diyeceğim ben? Yok işte bu albümde öyle bir şey. Her şarkı çok kıymetli, her şarkı çok güzel.

 "Bu kriz gelecekti işte, biliyordum. Tutmaya çalıştığım tüm o dengeyi yıkıp geçen. Şüphe ediyorum, huzursuzum, dönüp bakıyorum. Bundan sonra daha neler gelecek?"

   Bir de bu albümde Passover diye bir şey var işte. Dinlediğim en içten, en karanlık, en umutsuz şarkılardan biri desem abartmış olmam bence. Bu dünyadan gittikten sonra ne olacağını merak ettiğini, öbür dünyada rahat edebileceğini mi yoksa başka krizlerin de mi geleceğini sorguluyor bu şarkıda Ian Curtis. Böyle bir eseri ortaya koyduktan sonra adamın intiharına kimse nasıl şaşırabiliyor gerçekten anlamıyorum açıkçası.


"Sadece bir anlığına bir yol bulduğumu sanmıştım.
Kaderim kendisini gösterdi, ellerimden kayıp gidişini izledim."

   Yazıyı kapatmaya yaklaşırken albümün kapanışından da bahsedeyim o zaman. Albüm depresifliğin en uç sınırlarına en son 3 şarkıda ulaşıyor. Twenty Four Hours, The Eternal, Decades. Twenty Four Hours'da bir gitarın çıkarabileceği en umutsuz ve en karanlık sesi dinleyebilirsiniz ve bu sıfatlar Ian Curtis'in sözleri için de geçerli. Şu yukarıdaki sözün şarkıdaki aktarılışı ve ardından giren derinden kükreyen gitar solosu insanı gerçekten yıkıp geçiyor ve bir daha toparlanmak zor oluyor.

"O anın öfkesiyle ağlamaya çalış
Seni içten yakan, tüketen bir öfkeyle."

   Twenty Four Hours'un hemen ardından, bekleme yapmadan gelen The Eternal için grubun yaptığı en kasvetli ve kederli şarkı desek bence çok da sallamış olmayız. Her bir saniyesi, her bir notası keder dolu bu şarkının ve bir sonraki şarkıya da taşıyor. Evet, The Eternal ile kurtulamadınız, daha Decades var. Çok bir şey demeye gerek yok. Şarkıda tekrar tekrar soruyor Ian. "Where have they been?" Neredeydiler yani. Hayatı güzel kılan şeyler neredeydi? Kendisi bu duruma gelmeden, intihar etmeden önce herkes neredeydi, neden kimse yardım bile etmedi, kimse fark etmedi, kimse umursamadı? Bu şarkıyla albüm bittikten sonra Ian'ın ne yaptığını biliyoruz artık herhalde. Siz de ne yaparsınız bilmiyorum ama bir köşeye kapanıp ağlamak ideal bir çözüm gibi görünüyor. Yeterince anlattım ben, yazıyı bu albümdeki Heart and Soul'daki bir sözle kapatıyorum.

"Varoluş, eh, ne önemi var ki?
Ben elimden geldiğince var oluyorum işte.
Geçmişim geleceğimin bir parçası olmuş.
Şimdiki zamanım çoktan elden gitmiş."

PUAN: 92

En güzel şarkılar: Twenty Four Hours, Decades, Passover, The Eternal, Heart and Soul

En kötü şarkı: Bulamadım...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder